Ada kavramı bir çok açıdan incelenmesi, konuşulması gereken bir şey. Orada yaşayanlar, tatilciler, yazlıkçılar, esnaf, memurlar vs. Çünkü her grubun kendine has sıkıntıları var. Adada yaşamanın zorlukları ve güzellikleri bir arada. Son gidişimde benim için öne çıkan başlıklarla Bozcaada izlenimlerime bakalım.


Adalı olmak? Adada yaşayan, yerli diyebileceğimiz neredeyse kimse yok. Görüştüğüm en yaşlı insan yaklaşık 50 yıl önce adaya gelin geldiğini söyledi. Eşi uzun yıllar kayıkçılık yapıp İzmir’e mal götürmüş. Rüzgarın eksik olmadığı adada çok kötü durumlarda yolculuk yaptığından bahsetti. Bir keresinde geminin fırtınada battığını ve kilometrelerce İzmir’e yüzmek zorunda kaldığını anlattı. Eşi vefat edince iki evinden birini restore edip pansiyon olarak işletmeye başlamış. Bu yaşlarda olup adayı eskilerden beri bilen 4-5 kişinin kaldığı söyleniyor.

Ada’da yaz ve kış çok farklı. Fırtına ve rüzgarın eksik olmadığı adada kışın sefer sayıları da çok az. Bazen günlerce feribotun kalkmadığı oluyormuş. 5 yıl adada yaşayan birisi ile görüştüm. Köpeğinin hastalandığını, fırtına dinmediği için feribot kalkmadığını ve köpeğinin öldüğünü söylemişti. Yazın insandan adım atılamasa da kışın bambaşka bir manzara var. Kapalı olan dükkanlar aylarca açılmıyor. Yazın işlek olan kafe, restoran gibi yerler de aynı şekilde kapalı. Fırın ve belki kahve açık, bunlar dışında ada, kışın oldukça sessiz. Ekmek fırını günde bir defa ekmek çıkarıyor. Kargolar PTT dışında haftada bir çarşamba günü adaya geliyor. Örneğin perşembe günü Geyikli şubesine ulaşırsa kargonuz haftaya çarşambayı beklemek zorunda.
Memurluk. Adadaki nüfusun önemli bir kısmını memurlar oluşturuyor. Belediye, kaymakamlık, milli eğitim, tarım, hastane, askeriye, polis, nüfus, müftülük, birçok alanda memur var adada. Vekaleten bakılan birimler de var ancak memur nüfusu mevcut. Adada kiralık ev bulmak neredeyse imkansız. Fiyatlar da oldukça yüksek. Bu nedenle her memurun da bir lojmanı var. Ona göre kendi aralarında da bir ilişkileri var. Birbirine gelip gitmelerin yanında, hemen her gün çarşıya çıkılırsa karşılaşmak mümkün. Misafir alışkanlığı da olmadığı için birbirlerine daha çok sahip çıkıyorlar denebilir. Her ne kadar merkeze yakın gibi olsa da ada mahrumiyet bölgesi denebilir. Örneğin Diyarbakırlı bir memurla tanıştım. Memleketine uzak olduğu için burada kurulan ilişkiler çok daha önemli hale geliyor. Her an memlekete gidememek, burada farklı bir düzen kurulmasını sağlıyor. Resmi dairede geçirilen vakit de ona göre değişiyor. Çünkü iş yükü çok az.




Ada yazın gidilmemesi gereken bir yer. Yazın tam sezon zamanı adım atmak imkansız sokaklarda. Araba koyacak yer bulunmuyor. Az evvel bahsettiğim yaşlı kadın evinin önündeki taşların defalarca kırıldığını, arabalardan ve insan sesinden durulmadığını anlatıyor. O nedenle yazın Çanakkale’ye gidiyor. Ada, zaten pahalı olan Çanakkale’ye göre daha pahalı bir yer. Çarşamba günü kurulan pazardan bunu net bir şekilde anlayabiliyoruz. Bahçelerde günlük çalışmaya gelen işçilerin yanı sıra, haftada bir gün adaya gelen köylüler pazarı kurup akşamına Geyikli’ye geri dönüyor. Adaya yazın gelen beyaz yakalı üst gelir grubu için bu çok da sorun değil gibi görünüyor. Köylülerle kurulan “samimi” ilişkilere de sahne oluyor pazar aynı zamanda.
Yazlıkçı: Şekerim nasılsın?
Köylü: İyiyim canım sen nasılsın?
Yazlıkçı: İyiyim ben de(bakladan bir parça alırken) ay çok güzelmiş baklan taze herhalde, tadına bakıyorum helal et.
Köylü: Ye ye, tazedir çok güzel.
Yazlıkçı: Tamam ben bir dolaşayım almaya geleceğim.
Buna tam olarak soylulaştırma (gentrification) denir mi tartışmak gerekir. İkisi de adada yaşamıyor, mevsimlik ya da dönemlik orada bulunuyorlar ancak farklı bir ilişki oluşuyor. Belki burada bakılması gereken o samimi tavrı ilk kimin sergilediği, kimin hamle yaptığı olabilir. Çünkü karşındakine karşı yakınlık göstermek, yerel gibi davranmak, aidiyet sağlamak ve bir dünya kurmak için önemli. Samimiyetlerini tartışmaktan ziyade birbirlerine olan bu yakınlık, belki aylarca karşılaşmayacak olmalarına rağmen gösterilen bu samimi tavır, beyaz yakalının organik bir hayat ve tatil hayalini gerçekleştirmesini sağlıyor olabilir. Kışın o “samimi ve doğallığı” özlemesi için bir neden de olabilir. Bilemeyiz. Ancak beyaz yakalının kendine iş hayatı dışında bir dünya kurmak için arayışta olduğu bir gerçek. Bunu kendini soyutlayarak, yazlığından çıkmadan da yapabilir, köylülerle ilişki kurarak da. Şehirdeki pratikler bir şekilde adaya taşınıyor ve düzen kuruluyor. Bağ evinde “çiftçi” oluyor, bağ bozumuna katılıp şarap fabrikasında fotoğraf çektiriyor. Ya da sabah erken gün doğumunda yürüyüşe çıkıyor. Bütün bu pratikler bir şeyin başka bir şeye dönüşmesi. İlişki kurma çabası. Bu kadar sosyoloji yeter.



Adada bir tane kitapçı var. O da yazın açık. Pastane de aynı şekilde. Adada üretilen ürünlerin ayrı bir değeri var. Ada(kurabiye + reçel + çay + ekmek + çiçek…) çoğaltabilirsiniz. Adalı ve organik olması onun değerlenmesi için yetiyor.






Adada bir lise var. 17 öğretmen 14 öğrenci ile eğitim veriliyor.
Son olarak adaya gelmeyi düşünüyorsanız Mayıs sonu ve Eylül başında gelin. Otel olarak “Çakmak Otel”i tercih edebilirsiniz. Kendi kumsalı, “organik” takılmak isteyenler için taze sebze toplayabileceğiniz bahçesi, çiftliği ve plajıyla harika. Organik yaşam günümüzde bir “deneyim” olduğu için köyde yaşayıp geçimini topraktan sağlamayan beyaz yakalı için bir oyun haline geldi. O nedenle ben de dalından kopardığım biberi kahvaltıda kütürdeterek yemek istiyorum diyorsanız buraya gelebilirsiniz. Çiftçi olmak, keçiden ya da inekten süt sağıp içmek hayal değil. Siz de VR gözlüğünüzü takıp bu hayatın tadını çıkarabilirsiniz.
Talha Kabukçu Ada’dan bildirdi.

POST COMMENT