Cinayet ve taciz haberlerinin medyadaki gösterilme şekli farklı ülkeler üzerinden sürekli konuşulan bir konu. Özellikle, doğruluğu veya yanlışlığından bağımsız olarak, “Almanya’da da kadına şiddet var, sadece Türkiye’de değil” gibi gibi söylemler gündeme daha sık gelmeye başladı. Peki bu ikilik neden önemli? Şiddetin ekranda bu kadar gösterilmesi sınırlandırılabilir mi, sınırlanırsa, bu zaten olan şiddeti engellemek için harekete geçmemizi mi sağlar, yoksa şiddet görmeyi ve felaket içinde yaşamayı seven bir halk olduğumuzu mu gösterir? 

Bu konunun ilk aşaması haberin medyada gösterilip gösterilmemesi. Her haberin ayrıntısıyla gösterilmesini halk talep edebilir mi, olumsuz olanla ilişki kurup, kendi arasında konuşacak bir malzeme haline getirerek bir yaşama pratiği sağlayabilir mi? Yani günlük hayatta, evde, okulda, arkadaş çevresinde, her yerde farkında olmadan yaptığımız, kötü olan konunun devamlı olarak dile getirilmesi ve bir sohbet malzemesi olması aslında iletişim kurmamızı sağlayan şey olabilir mi? Bunun nedenini tek cümlede açıklamaya çalışmak zor olsa da anlamaya çalışabiliriz. Kadın programları, kayıpların bulunması, zaten köy ya da kentte yaşanan gündelik problemlerin ekrana taşınıp farklı gündemleri kabul etmemiz, istesek de istemesek de kendimize “vakit ayırmamızı” engelleyen unsurlar. Burada kendine vakit ayırma durumunu açıklamak gerekir. Kişinin modern anlamda hobi de diyebileceğimiz bazı ilgileri olabilir. Kişisel gelişim başlığında sıkça paylaşılan bu ilgi alanları insana suni bir gündem oluşturup onun yüzeysel de olsa kendi kendi ile kalmasını sağlar. Dağcılık eğitimi alır, aşçılık kursuna gider, ekmek yapar ekşi maya öğrenir, ya da öğretmen arkadaşlarıyla tenis oynar ve bir şekilde sosyal medyada paylaşır ve suni bir gündemle vakit geçirir. Onunla ilgili videolar izler ya da film ve dizi arşivi yaparak bir alana ilgi duymaya çalışır. Fotoğraf çekip sosyal medyada bir takım sözler ve şiirlerle paylaşımlar yapar. Bunun gösteriş ya da şeffaflık toplumu gibi isimlendirmelerle tartışıldığını, incelendiğini bilen bir sosyoloji öğrencisi de yapar bunu. Çünkü ev ve iş dışındaki gündemimizi bir şekilde belirlememiz gerekir. Bunu sosyal medya kullanmadan, ona karşı olarak da yapabilirsiniz, sosyal medyayı çok aktif kullanarak da… Ama sonuç olarak bir yerde durursunuz. Karşı olduğunuz şeyden azade değilsiniz. Boş zamanı nasıl yönetiyoruz? 

Peki bu bahsettiğim suni gündemler bizi yeteri kadar oyalıyor mu? Bence hayır. Çünkü tepki “göstermezsem eksik kalırım” gibi bir algı ya da ortamın içinde buluyoruz kendimizi. Kadına şiddetin sosyal medyadan gösterilen tepki ile bitmeyeceğini, konun erkeklik, aile, ev, çevre gibi bir çok kavram etrafında değerlendirilmesi gerektiğini içten içe biliyoruz. Kendimizce yorumlar da yapıyoruz. Sosyal medyada gördüğümüz adli vakalarla ilgili bizi mutmain etmeyen sonuçlar almadığımız zaman da tepkimizi tekrar gösteriyoruz. Tepki göstermenin iyiliği ya da kötülüğünü ve ahlaki tarafını tartışmıyorum. Tepki gösterme üzerinden kendimizi topluma dahil etmemizden bahsediyorum. “Yeter” şeklinde tweet atmak teknik olarak bir şeyi çözmeyecek bunun farkındayız. Ama “yeter” demek, evde haberleri açıp bunu konu edip son gelişmeyi takip etmek bize iyi geliyor, belki de daha iyi hissettiriyor. Çünkü tepki göstererek dışarıda olup biten bir konuya doğrudan dahil olduğumuzu düşünüyor. Konuşacak, başkalarıyla paylaşacak bir şey buluyoruz. Metroda bıçaklı saldırgana tepki göstermeyen insanları kınayarak erdemli oluyor, bunu bir karakter paketi içinde yayınlıyoruz. (Tekrarlamamda fayda var, bahsettiğim eylemlerin iyiliği ya da kötülüğünü bu metinde tartışmıyorum.) 

Bu durumun bağlantılı olduğunu düşündüğüm bir sahneyi parantez olarak ekleyebilirim: Laf arasında, arkadaşlarımız muhabbet ederken ya da sizden büyük jenerasyondan biriyle konuşurken, kafelerde ya da aile içinde evde otururken telefonuyla uğraşan, hiç sohbet etmeyen insanlardan, onların halinden yakınan insanları duyarsınız. Gerçek iletişim kalmamıştır, herkes sosyal medyadan konuşur, Cem Yılmaz’ın stand-up gösterisinde bahsettiği gibi yanındakine söyleyeceğini mesaj atan insanlar normalleşmiştir. Bu durum mizahı bile yapılan çok aşina olduğumuz bir manzara artık. Gerçek sohbet/iletişim diye tanımladığımız olayda havadan sudan konuşmak ya da kişisel bazı konuları paylaşmak mümkün olabilir. Mesela sizin kadar çok telefon kullanmayan dedenizle bir araya geldiğinizde ülke gündemini, geç yağan yağmurları, bozulan kumandayı, çarşı pazardaki pahalılığı konuşabilirsiniz. Yüz yüze “gerçek” bir sohbet olabilir. Ama arkadaş grubunuzda sevdiğiniz ya da sevmediğiniz gündemlere kendinizi eklemleyerek onu destekleyerek ya da eleştirerek bir yerde durursunuz. Bu komik bebek videoları, sahibiyle oyun oynayan kedi köpek videosu ya da bir taciz haberi olabilir. Anlık uyarılmalarla birlikte kendi yorumunuzu katarak dünyaya dahil olursunuz. Evet eskiden alışık olduğumuz sohbetler yoktur ama yeni bir iletişim şekli kendi sistemini inşa etmeye devam etmektedir. Hangi videoya güldüğünüz, Feyyaz Yiğit’in ne kadar komik olduğu, ne derece güldüğünüz ve hatta dizinin hangi sahnesine daha çok güldüğünüz. Çünkü örneğin viral olmayan, göz ardı edilen komik sahneleri arkadaşlarınıza gösterip güldüğünüzde daha özel hissedebilir, benim mizah anlayışım farklı diyebilirsiniz. Yüzüklerin Efendisi’nin yeni çıkacak dizisinde siyahi cüce elf olmasına karşı getireceğiniz yorum önemlidir. O yüzden olumlu, olumsuz ne olursa olsun bir yerde konumlanmak zorunda olduğunuz bir iletişim tarzından bahsediyoruz. 

İnternet ve yeni teknolojilerin yaygın olmadığı dönemde de olan, küçük yerlerde bilinen ama seslendirilmediği için duyulmayan olaylar şimdilerde hayata karşı pozisyon almamızı sağlayan, kendimizi tanımladığımız, etik değerlerimizi, ilkelerimizi, “vizyon ve misyonumuzu” halka arz ettiğimiz birer bildiri aracına dönüşmüş durumda. Cumhuriyetçiliğimizin altını tekrar tekrar çiziyor, dini değerlerimize bağlılığımızı vurguluyor, kırmızı çizgilerimizi beyan ediyoruz. Bu nedenle kişi kendi gündemini oluşturarak hafta sonu tenis oynamaya giden yaşıtları gibi hobisiyle uğraşmaya devam ediyor. Suriyeli bir çocuk sokak ortasında sözlü tacize uğradığı zaman, belediye tarafından şehirde barınamaması için farklı fiyat politikasına maruz kaldığı zaman bir taraf seçip bunu beyan etmek bizim için artık hayati öneme sahip oluyor. Bu metni yazarken seçtiğim iki örnekle göçmen karşıtı olmadığımızı gösteriyorum mesela. Irkçılık karşıtı birisi de olabilirsiniz. İnsan hakları ya da İslam dininin emrettiklerinden bahsederek durduğunuz yeri gösterirsiniz. TikTok videolarında olumsuz bir durumu anlatan paylaşımlar yapıp “… olunca ben, … yapınca benim sıfatü’l eşgal” gibi paylaşımlar yapmak o duyguyu hissetmesek, başımıza hiç gelmeyecek olsa bile o videoyu paylaşmamızı ve kendimizi konuya dahil etmemizi sağlıyor. O nedenle kendi kriterlerimize göre olumsuz ya da iç karartıcı olarak nitelendirdiğimiz, yemek yerken “değiştir şu haber kanalını” dediğimiz olaylara yaptığımız yorumlar ve üzerinden biraz zaman geçince onu tekrar nasıl konuşmaya başladığımız aslında benliğimizi nasıl sunduğumuzu da gösteriyor. 

Not: Bilimsel veri analizi ve metodlarından azade olan görüşlerim şahsi bir takım varsayımlar ve değerlendirmelerden ibarettir. Kısa ama devamının gelmesini umduğum yazının dua edin videosunu da çekeyim ortalık şenlensin. 

Öğrenci-Fotoğrafçı * Şu sıralar Kent Çalışmaları alanında yüksek lisans yapıyor. Aynı zamanda kendine ve başkalarına fotoğraf çekiyor, bazen de videolar yapıyor.

POST COMMENT

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir